Her şey çok hızlı gelişiyor ve değişiyor. Değişmeyen tek şey olan “değişim” bile insanla birlikte değişiyor. Çünkü insan değişiyor. Dünün kabul görmüş birçok duygusu, davranışı ve markası bugün için birer nostalji. Bugünün başarılı markaları ve tutumları da belki yarının nostalji listesine eklenecek.
İnsanı, yani zamanın ruhunu anlamak, nostalji olmamak ve eskimemek için yeniçağın gerekliliklerine uymak gerekiyor. Markaların daha uzunca yaşaması artık kimseye yetmiyor. Markalarla birlikte onlara ait hikayelerin, şekillerin, sözlerin, seslerin de bir o kadar uzun yaşaması gerekiyor. Bir söylence gücüne erişmiş marka konumlandırma unsurlarının da artık kendilerini yenilemesi gerekiyor.Konumlandırmanın öldüğü, hatta evrim geçirdiğine yönelik tartışmaların yaşandığı bir dönemde markaların hangi doğruya inanacakları da büyük bir muamma. Benim düşüncem; konumlandırmanın günümüzde ve gelecekte bir süzgeçten geçmek zorunda olduğudur. Bu süzgeç ise konumlandırmayı yaşatan insan, pazar, tüketici, duygu ve hikaye bileşenlerinden oluşmaktadır.Her markanın bir hikayesi olmak zorundadır. Her hikayenin bir duygusu, her duygunun bir yansıması şeklinde devam eder…Markaların çağlar boyu süren dillerden düşmeyen bir öyküsü, öykünün sahiplendiği bir farklılaşma noktası, farklılaşma noktasının yarattığı faydalar bileşeni, faydaların oluşturduğu duygular yumağı, duyguların gerçekleştirdi satışlar veya satışların dönüştüğü memnuniyet serüvenlerine ihtiyaç var.

Bu sarmalı dilediğimiz kadar büyütüp uzatabiliriz. İnsanlığın gelişim garantisi olan hayal gücünü tetikleyen “meraklar” ve merakları gerçekleştirecek olan “hayaller” zinciri yeniçağda daha sağlam olmalıdır. Markalar bu sağlamlığı bir başka güç olan yaratıcılıkla birleştirmek gerekmektedir. Stratejik düşünen zihinler, bu zihinlerin geliştirdiği işler, işlerin gerçekleştireceği hedefler, hedefleri büyütecek yaratıcılık serüvenleri markaların ömrünün uzatacak, bilinirliliğini arttıracak, sürekliliği sağlayacak ve karlılığına katkı sunacaktır.

Peki, markalar için stratejik bir konsept ve yaratıcı bir öykü sahibi olmak sonsuza kadar yaşamanın garantisi midir? Duygu yüklü varlıklar olan biz insanların devamlı değişen tutum ve davranışlarına hangi araçlarla uyum sağlamak en doğrusu? Konumlandırmalı mı yoksa konumlandırmaya inanmamalı mı? İnsan odaklı mı olmalı? Stratejiyi mi, hikaye mi? Piyasa şartları mı, yaratıcılık mı?

Nedir bu “yeniçağa uyum” sağlamamamıza yarayan en doğru markalaşma araçları?

Yine bence; en doğru araçlar insanlar ve onların duygularıdır.

Herkesin kendi yaşamından bildiği bir konu var “aidiyet duygusu”. Dahil olmakla mutluluk duyduğumuz bir grubun bize kazandırmış olduğu “aidiyet duygusu” paha biçilemez bir değerdir. Bu duygu pazarlamasını işlerinde yoğun kullanan sektörlerin başında spor kulüplerinin geldiğini biliyoruz. Takımların bu duyguya yatırım amacıyla gerçekleştirdiği transferlerden ne kadar kar elde ettikleri de bir gerçek. Aidiyet duygusunu bir kere sağlamış olduğu için yerinde durmuyorlar. Sürekli olarak yenileniyor, değişiyor, dönüşüyorlar. Bazen şov için bazen de iş için transferler gerçekleştiriyorlar. Demek ki marka destek unsurlarına değer katan bir duygunun da sürdürülebilirliği oldukça önemli.

“Dostluk” ve “sevgi” duygularıyla iletişim kurmamızı öneren ve buna yönelik yatırımlar gerçekleştiren telekomünikasyon markalarının; iletişimlerini uzun vadede yine “dostluk” ve “sevgi” temalarına indirgemeleri bir tesadüf olamaz. Satış gerçekleştirmek için yaratılan dönemsel duygular bile toplam marka değerinin bir envanteridir ve her çağda yenilenerek sürdürülmelidir.

“Başarı” motivasyonuyla marka algılarını yöneten spor giyim markalarının daha iyisini gerçekleştirebileceğimize bizi inandırmaları; aslında onların da daha iyisini yaptığı anlamına gelmiyor mu? Zamanın ruhunu yakalayan ve insan odaklı gerçekleştirilen her iletişim yatırımı aslında zaman ötesi bir marka duygu ve değer inşası da gerçekleştirmektedir.

“Ruh rahatlığı” duygusuyla geliştirilen mekanlar ve beslenme ürünü markalarının doğallığı stratejik konsept olarak kullanmaları tamamen insan odaklı olmalarındandır. Ruh rahatlığı duygusu daha fazla ödemeye değer olma hissini rasyonelize eder. Aynı şekilde tersi de doğrudur. Yapaylığın arttığı günümüzde, ürünlerin gönül rahatlığıyla tüketilebilecek kalitede olduğunu bilmek büyük bir konfor değil mi sizce de? Bu konforu sağlayan ve bunu her zaman her ruh halinde sürdürülebilen markaların başarısı ise tesadüf olamaz.

Giderek yalnızlaştığımız ve bireyselliğin arttığı dünyamızda “yalnızlık” duygusuna uygun ürünler üretmeye çalışan markalar, sosyal ağlar, platformlar, havayolu şirketleri, dondurulmuş gıda firmaları, konut projeleri ve GSM operatörlerinin olması tesadüf olmaz. Artan bireyselliğin toplum yapısındaki değişikliğine ise anti tezler geliştiren otoriteler yine bir duygu sayesinde varlıklarını sürdürmekte, iletişimlerini gerçekleştirmekte ve belki de satışlarını arttırmaktadır.

Bu türden duyguları kullanan daha birçok marka sayabiliriz. Peki, hem sektör teamüllerine uygun davranmak, hem farklılaşmak mümkün mü? Herkesin aynı duygularla benzer ürünler sattığı yenidünyamızda çağa uyumluluğun belirleyicisi ne olmalıdır?

Belirli dönemlerde, belirli tüketici davranışları ve pazar dinamiklerine uygun olarak bu gibi duyguları sahiplenen lider markaların stratejik olarak farklılık yaratması mümkündür. Fakat takipçi konumundaki markaların zoru başarıp farklılaşmalarını sağlayacak olan bakış açısı nasıl gerçekleşecek?

Zannediyorum yakın zaman sonra markaların ticari kar elde edeceği yeni duygular keşfedilecektir. Gelmiş, geçmiş ve gelecek olan tüm duyguların DNA’ları yeniden bir bir çözülecektir. Çözülmüş olan duyguların genleri ile marka genlerinin birleşiminden yeni sektörler, yeni piyasalar, yeni stratejiler doğacaktır.

Geleceğin duygularından biri olacağına ve markalar tarafından yoğun olarak kullanılacak olduğuna inandığım ve DNA çözümlemelerinin neredeyse tamamlanmış olduğunu düşündüğüm bir duygu da durgunluk, yavaşlık, hantallık duygusudur. Günümüzün hız tutkunlarının gelecekte kendilerini bir yorgunluk içerisinde hissedecekleri bir gerçektir. Birçok markanın durgunluk duygusuna yönelik stratejiler geliştireceğini ve kalite geliştirme çabaları göstereceklerini zannediyorum. Bu yorgunluk duygusu bireyselliği, egoyu, bencillği ve içedönüklüğü de tetikleyebilir. Daha fevri fakat daha hassas, bir o kadar toplum için kaygılı ve fakat özünden uzaklaşan karma karışık bir döneme doğru ilerliyoruz.

Temennim ise her ülkenin büyük markalarıyla anıldığı dünyamızda, eşsiz duygulara hitap edecek olan Türk markalarının yaratılması ve yaşatılmasıdır. Ve çağlar boyu var olan öykülerinin dünya üzerinde asırlarca yaşamasıdır.

Marka potansiyelinizi açığa çıkaran yaratıcı stratejilere ve hikaleyelere…