Dünyada yaklaşık 50 yıldır, Türkiye’de ise 37 yıldır faaliyet gösteren, katılım bankaları küresel bazda hızlı bir gelişim sergilemektedir.

Katılım bankacılığı iş modelinin varlığa dayalı olması, işleyiş modeli olarak spekülasyonlara izin vermemesi gibi özellikleri; 2008’de global çapta yaşanan küresel krizin etkilerinden sektör olarak hızlı çıkmasını sağlamıştır. Katılım bankacılığının finansal gelişime reel katkılar sunması da ayrıca sektörün gücünü geliştirmiştir.

İslami finansın Avrupa ve ABD gibi ağırlıklı nüfusu Müslüman olmayan ülkelerde de kullanılır hale gelmesi sektöre olan küresel ilgiyle alakalıdır. Hem global yatırımcıların ‘İslami finansal enstrümanlar’ hakkında medya kanalları aracılığıyla bilgilenmesi hem sektörü geliştirmiş hem de katılım bankalarının ağırlıklı olarak Ortadoğu ve Güney Asya bölgelerinde güçlenmesini sağlamıştır.  

Sektörel gelişim gösteren Pakistan, Türkiye ile Endonezya ise özellikle ‘butik katılım finans’ pazarında önemli pay alacak ülkelerdendir. Bu ülkelerdeki büyük nüfusun halen katılım finans hizmetleriyle tanışmamış olması pazarın gelecek potansiyelini göstermektedir.

Faizsiz bankacılık segmentinde Ortadoğu ve Asya Pasifik bölgeleri dışında, İngiltere, Avustralya, İsviçre, Güney Afrika, ABD, Çin, Fransa ve Japonya gibi Müslüman nüfusun yoğun olmadığı ülkelerde de önemli girişimler bulunmaktadır. Ağırlıklı nüfusu Müslüman olmayan İngiltere, 2014 yılında faizsiz tahvil satışı yapan ilk ülke olmuştur. Konvansiyonel bankacılık dışındaki bu girişimler ve gelişmeler uluslararası medya araçlarıyla dünyayla paylaşılmış ve konuya olan ilginin global arenada da artmasını sağlamıştır.

2000’li yılların başında katılım bankaları niş pazarlarda kısıtlı sayıda finansman ve mevduat ürünleri ile hizmet verirken, özellikle Asya Pasifik ülkelerindeki farkındalığın artması ve faizsiz bankacılık ürünlerinin gelişmesiyle hızlı bir gelişim göstermiştir.

Geleneksel bankacılık sisteminin borçlanma bazlı ve risk transferi odaklı iş modeline karşılık, katılım bankacılığı sektöründe varlık bazlı ve risk paylaşımı odaklılığı bu sektörün farklılaşmasını sağlamıştır. Bu farklılaşma Türkiye’de ve dünyada gerçek ticari faaliyetleriyle medyada görünür oldukça sektöre olan farkındalığı da geliştirmiştir. Böylece katılım bankacılığı ekosisteminde hizmet veren kurumların algı ve imaj çalışmaları da ortak bir değerde konsolide olmaya başlamıştır.

Türkiye bankacılık sektörünü bir bütün olarak değerlendirdiğimizde konvansiyonel bankacılığın, sektörün çok büyük bir bölümünü oluşturduğunu ve medya kullanım gücünün çok fazla olduğunu görüyoruz. Katılım bankacılığının böylesi rekabet yoğun bir sektörde büyüme potansiyelini kullanarak %5’ler civarındaki pazar payını kısıtlı bütçelerle son beş yılda birkaç puan daha arttırmayı başarması gerçek bir başarıdır.

Türkiye katılım bankacılığı sektörüne üç yeni kamu katılım bankasının giriş yapmasının pazar payına olumlu yansıdığı da görülmektedir. Artan şube sayısı ve çeşitlenen personel yapısıyla hizmet veren sektör yurt genelindeki şubeleşme faaliyetlerinin yanı sıra yurt dışında da atağa geçmiştir. Kamu bankalarının da sektöre girmesiyle birlikte artan rekabete bağlı olarak, şube sayısı artacak, ürün ve hizmet kalitesi de yükselecektir. Ayrıca katılım bankacılığı sektörünün sunduğu ürün, hizmet, şubeleşme ve alternatif dağıtım kanallarında da yeniden yapılanma süreçlerinden geçmesi bu ivmeye katkı sunacaktır.  

Global bir vizyon olarak sunulan “İstanbul Finans Merkezi” çalışmaları kapsamında “katılım bankacılığı sistemi daha da gelişecektir. Katılım bankacılığının mevcut algısı, insan kaynağı çeşitliliği, literatürel çalışmalar, kurumsal ve hukuki altyapı süreçleriyle yeni ürün ve hizmet çeşitliliğinin geliştirilmesine yönelik politikalar artırılmalıdır. Bu oluşumların ve uygulamaların politika yapıcıları tarafından kamuoyuna sunulması sektöre yönelik ilgiyi de artıracaktır.

Katılım bankacılığının kendi içindeki rekabetin yanı sıra tüm bankacılık sektöründen de pay alma konusundaki hedefleri medya araçlarının doğru kullanımını kaçınılmaz kılmaktadır.

İstanbul Finans Merkezi çerçevesinde İstanbul’un katılım bankacılığında da bir merkez olması sektörün geleceğine yön verecek stratejik bir karar olarak sektörün en büyük iletişim gücüdür.

Bunun yanında değerlere duyarlı bir sistemle; katılım bankacılığında çalışana gösterilen saygı, şube personeliyle yakın ilişkiler, değer hassasiyetlerinin yönlendirmesi, insana değer ve hürmet gibi farklılaştırıcı özellikler katılım bankacığının müşteriler nezdinde tercih edilme nedenlerini artırmaktadır. Bu farklılaştırıcı özelliklerin geleneksel medya iletişim kanallarının yanı sıra dijital ve sosyal kanallarda ve tematik iletişim araçlarıyla da pekiştirilmelidir. Her sektörel kazanım yoğun bir medya desteği ile desteklenmesi toplumsal değerler farkındalığını artıracaktır.

Katılım bankası müşterilerinin üçte birine yakınının, aynı zamanda diğer geleneksel banka müşterilerini de oluşturmaktadır. Katılım bankaların sahip olduğu ve çeşitlendirdiği ürün ve hizmet genişliği, müşterilerin finansal beklentilerini ve tercihlerini katılım bankacılığı yönünde yapmasında önemli rol oynamaktadır. Bu amaçla, katılım bankalarının daha geniş kitlelere ulaşmak için şubeleşmenin arttırılması, teknolojik uyumluluk ve alt yapının geliştirilmesi, yeni ürün geliştirme çalışmaları hız kazanmalıdır.

Katılım bankacılığının algı ve tanıtım faaliyetlerinin güçlendirilmesine yönelik daha çok bilgilendirme çalışmasının yapılması da bu hızla ilişkilidir. Sektörün özellikle sosyal medya aracılığıyla, eğitimlerle, etkinlik ve organizasyonlarla yapacağı; yeni ürün – servis ve hizmet çeşitlemelerine yönelik bilgilendirmeleri yeni hedef gruplara erişimi sağlayarak ve sosyal paydaş temas noktaları analitiğini geliştirmeye yardımcı olacaktır.

Dünyada birçok sektör teknolojik değişim ve dönüşüm süreçlerinden geçmektedir. Türkiye’de de bu değişim ve dönüşümün hızı günden güne daha net görünmektedir. Bankacılık sektöründe hala şubelere giden müşteriler bulunmakla birlikte, şubesiz bankacılık hizmetlerinin büyük bir trend ile arttığı global bir gerçektir.

Modern zamanın gerekliliklerine uyum sağlayan müşterilerin yeni ve pratik teknolojik çözümleri tercih etmesi katılım bankacılığı sektörü için de söz konusudur. Türkiye’deki katılım bankları müşterileriyle kurdukları güçlü bağları teknolojik araçlarla da pekiştirmeyi geliştirmelidir. Bu tutumu sürdürülebilir kılmak ve yenilikçi fikirlerle geliştirmek sektörün ulaşılabilirliğine, algı, imaj ve itibarına da büyük katkı sunacaktır.

Araştırma sonuçlarına göre müşterilerin banka tercihlerindeki en önemli etkenlerinin başında: işlemlerden alınan komisyonlar ve masraflar, mevduat getirisi, ödeme ve para transferi hizmetlerinin etkinliği, şubelere ulaşım kadar şubesiz bankacılık alt yapısı ve bankaların sağladıkları kitlesel iletişim etkinlikleri gelmektedir.

Türkiye’de katılım bankalarının tercih edilme sebeplerinde ise; şube personeli ile kurulan yakın ilişkiler, müşterilerin değer hassasiyetlerinin yönlendirmesi, samimi, yardımsever ve bilgili personelin insana gösterdiği saygı ve hürmet şeklindedir.

Bu sonuçlar gösteriyor ki; Türkiye’de katılım bankalarının en önemli tercih sebebi müşterilerin banka ile olan iyi ilişkileridir. Müşterilerin finansal beklentileri, ürün ve hizmet çeşitliliği, hızlı ve kolay erişebilir hizmet değerlerinin de yukarıdaki soyut tercih parametrelerine güçlü birer destekçi oluşu yoğun iletişim frekanslarıyla paylaşılmalıdır. Katılım bankacılığının kültürden kaynaklanan insana saygının sektör müşterinde birebir hizmet ilişkilerine dönüştüğü ayrıcalıklı olarak ifade edilmelidir.

Ayrıca Türkiye’nin genç nüfus potansiyelinden yola çıkarak; yeni nesli temsil eden müşterilerin hızlı ve yalın bankacılık hizmetlerini tercih edeceğini varsayabiliriz. Orta ve uzun vadede katılım bankacılığının müşterileriyle geliştirdiği güçlü ilişkilerinin yanında, müşteriye değer katacak, teknolojinin ön planda tutulduğu hizmetlerin sunulması de son derece önemli olacaktır.

Tüm bu değerler algoritmasında ve geliştirilen yenilikçi ürünler perspektifinde daha genç, daha trend, daha erişilebilir, daha kolaycı ve daha sürdürülebilir bir medya görünürlüğü aklı katılım bankacılığının güçlenmesini pekiştirecektir.

Katılım bankacılığının yaygınlaşmasında bir diğer önemli kriter de katılım bankacılığı ekosistemini geliştirmek için sosyal paydaşlarıyla kurulacak iletişimdir. Paydaş ilişkileri her zamanki gibi “çift yönlü” bir iletişim modeliyle kurgulanmalıdır. Medya iletişim araçlarıyla iletilen tüm mesajların tüm taraflar arasında karşılıklı gidip gelmesi son derece önemlidir. Hem kurumsal ilişkiler hem de sektörel bilgilendirmeler sistematik olarak geleneksel kanalların dışında dijital ve sosyal medya kanallarında da sistematize edilmelidir. Stratejilere uygun bu medya yönetimi, katılım bankacılığına dair bilinmezliklerin de azalmasına katkı sağlayacaktır.

Diğer bir değişle iletişimde geri bildirimlerin daha çok önemsendiği bir süreç katılım bankacılığının yaygınlaşmasını da kolaylaştıracaktır.

Sektörel olarak gerçekleştirilecek iletişimlerde her bir hedef kitle özelinde sunulan “ürün, servis, hizmet, organizasyon ve fikir” gibi sektörel değerler kavramı da mesaj aktarımlarına aracılık etmelidir. Doğru hedef kitle deneyimi oluşturacak olan bu stratejik tavır aynı zamanda sektörel reel faydalar üreten bir iş modeline de dönüşecektir.

Tüm bu çalışmalar katılım bankacılığının algısını oluşturan imajları da besleyecektir. Katılım bankacılığı sektörü için hem imaj iletişimi hem de itibar iletişiminin birlikteliği gerekmektedir.

Katılım bankacılığı markalarının her birinin sahip olduğu farklı farklı imajlarının kurumsal bir sektörel algı ve itibar yumağına dönüştüğü unutulmamalıdır. Sektörün birden farklı imajının parçalarını oluşturan markaların ideal sektör algısında buluşması için stratejik iletişim danışmanlık hizmetleri kesintisiz sürdürülmelidir. Bu imaj birleşimleri hem kurumun hem de sektörün prestijine değer de katacaktır.

Katılım bankacılığını ekosisteminin sahip olacağı kurumsal itibar tüm hedef gruplar, müşteriler, iş ortakları ve sosyal paydaşlar için bütünsel bir çekicilik demektir.

Yeni medya kanallarının artmasıyla birlikte daha kırılgan bir zeminde bulunan imaj aynı zamanda gerçek dışı olgu ve kanaatlerle de oluşabilmektedir. Algılarla şekillenen imaj yönetiminin doğası gereği kırılgan bir süreç olduğu unutulmamalıdır. Özellikle yeni medya kanallarında bir şeyleri olmadığı gibi gösterme ve zaman zaman gerçeklerin negatif etkileriyle mücadele etme çalışmaları sürdürülebilir olmalıdır.

Öte yandan sektör temsilcileri kurumların aşağıdan yukarıya doğru tüm katmanları arasındaki dikey uyum ve entegrasyon ile itibar yönetimi planlanmalıdır. Gerçekleştirilen bu algı, imaj ve itibar çalışmalarına sahip çıkan stratejiler için kurumsal sözcülerin medyada daha çok görünür olması sağlanmalıdır. Kurumsal sözcülerden kuruma yeni girmiş yeni bir personele kadar herkes tarafından aynı anlayış, heyecan ve ciddiyetle ele alınan marka değerleri kurumsal iletişimin en büyük destekçileri olacaktır.  

Salt halkla ilişkiler süreçleri dışında, stratejik pazarlama yönetimi ve marka iletişimi araçları en modern veri setleriyle desteklenmeli ve yönetilmelidir. Ortak amaçlara ve hedeflere giden yolda ortak başarıların yolunu akılcı bir marka yönetimi, estetik bir imaj yönetimi, stratejik bir mecra ve medya yönetimi açacaktır.

Sektör olarak daima değerli, sürekli üreten, her zaman rekabetçi ve yakın bir kimlik; güçlü Türkiye vizyonuna da büyük katkılar sunacaktır.


Yılsonu, yılbaşı, soğuklar, kar, kış derken bir baharı daha karşılamanın dayanılmaz mutluluğunu yaşıyoruz. Haber sunumu tadındaki bu yazı giriş; içimizdeki sevincin sebebi.

Fakat bu durum karşısında sevinen yalnız insanlar değil. Olmamalı da zaten. Aynı durum firmalar ve markaları için de geçerli. Onlar da sevinsinler, şenlensinler.
İsterlerse tabi…

Bilirsiniz, baharla birlikte evlerde hummalı bir çalışma ve temizlik yapılır. Eksik gedik ne varsa temin edilir. Halılar çırpılır, sobalar kaldırılır, duvarlar boyanır. Alanlar ve mekânlar sezonun ruhuna ve renklerine uygun bir hal alır. İçler açılır, camlar açılır, insanlar açılır. Etrafa neşe saçılır.
Etrafımızdaki bu hareketlilik ve enerji patlaması ticareti canlandırır. İnsanlar evlenir. Ürünler yenilenir, tezgâhlar şenlenir. Çarşıya pazara renk gelir. İletişim savaşları alevlenir.
Bizim ve etrafımızın yaşadığı bu değişimi markalar adına nasıl karlı ve kazançlı bir hale çeviririz? Gelin, biraz bu konuya kafa yoralım.
Baharın ve yazın kodlarını okuyalım.
İçinde bulunduğumuz pazara bir kez daha bakalım.
Komşuluklarımız olan diğer pazarlara da bir göz atalım.
İnsan davranışlarına odaklanalım. Onları tanıyalım.
Bizlerden neler beklediklerini anlayalım.
Onları yapalım. Hatta fazlasını yapalım.
Ürünlerimizin kışlık elbiselerini rafa kaldıralım.
Yeni, baharlık elbiseler yapalım.
Ambalajlarımızı yenileyelim.
Logomuza renk verelim.
Geçen yılın sonunda yaptığımız pazarlama planlarında bakalım.
Eksik gedik ne varsa tamamlayalım.
Kısacası toplayalım, tamir edelim, tertipleyelim.
Markamızın bahar temizliğimizi yapalım.
Tüm bunları, bugün için değil yarın için yapalım.
Uzun soluklu düşünelim.
Çünkü marka olmak için her mevsimin enerjisine uygun davranmak gerekir.
Marka olmak için yatırım yapmak gerekir. Emek harcamak gerekir. Gereksiz fazlalıklardan arınmak gerekir. Temizlik yapmak gerekir. Temiz olmak gerekir. Zihinlerin en temiz yerinde olmak gerekir. Akla gelmek gerekir. Anlaşılır olmak gerekir. Şeffaf durmak gerekir. İçindekini göstermek ve doğal olmak gerekir. İçten olmak gerekir. Titiz olmak gerekir. Titizlenmek gerekir. Yenilenmek gerekir. Yeniliklere imza atmak gerekir. Taklit etmek değil, taklit edilmek gerekir. Uzun soluklu olmak gerekir. Geleceği aşkla tasarlamak gerekir. Fikir almak gerekir. İlham olmak gerekir. Paylaşmak gerekir. İyilere rastlamak gerekir. Çözümsüzlüklere neden olmak değil, çözüm üretmek gerekir. Güven duymak gerekir. Tanımak gerekir. İlgi göstermek gerekir. Tanıdığını hissettirmek gerekir. İnsana yakın olmak gerekir. Çevreye saygı duymak gerekir. Canlıyı korumak gerekir. Enerjisi yüksek olmak gerekir. Enerji tasarrufuna teşvik etmek gerekir. Farklı olmak gerekir. Tatlı olmak gerekir. Güzel durmak gerekir. Uzman olmak gerekir. Heyecan vermek gerekir. Büyütmek gerekir. Mutlu etmek gerekir. Yokluğunda eksiklik hissettirmek gerekir.
Bir bahar mevsiminde, bunlardan herhangi birinde bir eksiklik yaşamamak gerekir. Varsa tamamlamak için işin uzmanından yardım almak gerekir.
Haydi, markalarımızı hak ettikleri değere yükseltmeye ve üzerindeki tozu temizlemeye.


Renkler, bir ışık frekansının belli bir orandaki yoğunlaşması sonucunda ortaya çıkarlar. Bu yoğunluk göz retinasına ulaşınca renkler hayat bulur. Algılarımıza etki eden ışığın maddeler üzerine çarpması ve kısmen soğurulup kısmen yansıması sonucu oluşan çeşitlilik renk tonlarını doğurur. Her renk tonunun kendine has özellikleri vardır. Uyarıcı, çökkünlük, yapıcı ya da yıkıcı hislere neden olan renkler canlıların tutum ve davranışlarına da doğrudan etki eder.

Renklerin en güçlü özelliği bilinç dünyamızın en derin noktalarına kadar uyarma gücüne sahip olmalarıdır. 

Işıklar, elektromanyetik spektrumun insan gözü tarafından algılanabilen bölümüne düşer. Diğer duyu organlarımızın hassasiyetlerinden farklı bir yapı gösteren gözümüz; kulağın sahip olduğu kalın ve ince ses dalgalarını ayırabilme analojisine sahip değildir. Aksine aynı anda gelen ışık frekansları değişik kanallardan algılanamaz. Bu da gözün frekans analizi yapabilme kabiliyetinin olmadığını gösterir.

Aynı anda ince ve kalın sesleri birbirine karıştırmadan duymamıza karşın; gözümüz için bu ‘çok seslilik’ söz konusu olmadığından değişik ışık frekanslarının sadece kombinasyonlarını algılayabiliriz. Gözün sahip olduğu bu çalışma prensibini açıklamak veya pratik uygulamalarda kullanmak için çeşitli renk modelleri geliştirilmiştir. Tüm dalga boyları birden aynı anda gözümüze ulaşırsa bunu beyaz, hiç ışık ulaşmazsa siyah olarak algılarız. Arada kalan diğer renkler ise üç temel gruba ayırılır. Bunlardan ilki; kırmızı, sarı ve mavinin bulunduğu ana-renkler grubudur. Bu üç rengin çeşitli kombinasyonlarda biraraya getirilmesi sonucunda, diğer renklerin çoğunu elde etmek mümkündür. 

Oluşan bu renkler ikinci grup renkleri oluşturur. İlk gruptaki renklerle ikinci gruptaki renklerin karıştırılması sonucunda ise, üçüncü grup renkler oluşurlar. Hayatımız renklendiren renklerin oluşumu karışık bir denklem gibi görünse de aslında çok zorlu bir formülasyona sahip değildir. Teoride bu pratik şekilde işleyen renk oluşumu pratikte de çok farklı bir yapıda ilerlemez.

Bu kadar renk analojisi ve oluşum bilgisi onların iletişime konu olmaya başladığı anda bizler için gerçek anlamını bulur. Renkler ve tonlarının istenilen uygun oranlarda birleştirmesiyle görsel iletişimde çeşitli mesajları iletmeye aracılık eder. Giyidiğimiz kıyaferlerden, saçımızın rengine, tasarladığımız logolardan, evimizin duvarına, karakterimizden, dış görünüşümüze kadar çeşitli alanlarda renklerin birer görevi vardır. İdealde tüm bu seçimlerin üstlendikleri görevleri yerine getirmesi beklenmektedir.

Tüm bu alanlarda her renk sahip olduğu enerjisiyle onlardan en üst düzeyde faydalanmamıza olanak tanır.

Renkler tıpkı insanlar gibidir.

Her insan karakterinin sahip olduğu renk aralığıyla çevresine yaydığı enerjinin kaynağını gösterir. Markalar da böyledir. Onların dünyasında da iletişime konu olan renklerin hedef kitlelerine yönelik iletişim araçlarına dönmesi bu motivasyonlarla anlam kazanır. Fakat bu iş insanlar arasındaki iletişimden daha zor bir sürece sahiptir. Farklı enerji saviyelerinde yaşayan, farklı motivasyonları olan, tıpkı retinaları gibi ses tonları da birbirine benzemeyen, yaşam dünyaları arasında uçurumlar bulunan, beğeni ve seçim kritelerleri biribirine uymayan, bir nesneye yükledikleri anlamlara kadar herşeyde bir çeştlilik gösteren tüketicilerin dikkatini çekmek ne denli güçtür tahmin edilebilir.

İşte bu yüzden doğadaki tüm renkleri farkında olarak veya olmayarak mesaj taşıyıcıları olarak kullanırız. İçlerinde barındırdıkları kişilik ve karakterlerine yönelik unsurları gün ışığına çıkarırız. Görsel iletişime konu olan her tonuna kadar detaylandırırız. Hatta onları birer doğal şifa verme kaynakları olarak kullanırız.

Tüm bu kullanım alanları için renklerin hangi iletişim aracında ve amacında nerede, nasıl kullanılması gerektiğini çok iyi bilmek gerekmektedir.

Nesneler arasındaki estetik, birbirine yakışma ve uyum; insanlar arasındaki anlayış, tolerans, etkileşim, duyarlılık ve hassasiyet gibi duygular renklerin yerinde kullanım biçimine göre enerjiye dönüşmektedir ve insanlarla etkileşime geçmektedir.

Tüm bu etkileri istenilen olumlu şekilde oluşturmak için; ilk olarak renklerin dilinden konuşmak, kendilerine has olan özelliklerini çok iyi anlamak gerekir. İkinci olarak, renklerin duyguları taşıma ve enerjileri yansıtma/emme tekniklerini çok iyi öğrenmek gereklidir. Bu öğreti, renklerden mümkün olan en üst düzeydeki faydayı sağlamanın ön koşuludur. Onlara karşı daha duyarlı ve anlayışlı olmak için hayat kadar büyük bir nedenimiz vardır. 

Gündelik hayatımızda renklerin oluşturduğu çağrışımların en doğrusunu bulabilmek için genellikle deneme yanılma yolunu kullanırız. Sezgisel bir beceri ile yol alırken bilimsel doğrulardan da yararlanırız.

Sanatçı konuyla ilgili sezgisini bilimsel verilerle birleştiren, uygun teknikleri konuyla yoğuran gerçek bir ustadır. Bazen de kendimizi bu ustanın güvenilir deneyimlerine teslim ederiz. Bunu bize sağlayan duygu o sanatçının hayatını renklendiren renk ve enerji bilgisidir. Yaratım sürecindeki empati becerisidir. İletişim kabiliyetidir. İşte bir işin uzmanı olmanın konuya verdiği gerçek derinlik budur. Hayata bu denli renk katan uzman bakışların tüm çalışmalarını biz sıradan insanlar için yapıyor olmaları ise işi güzel kılan taraftır. Zira içinde insanı ilgilendiren, empati içeren ve nihayetinde karşısında bir sempati bekleyen derin bir unsur olan renkler harmonisi çalışmalar; belki de hiçbir bilimsel tercih dayanağı bulunmayan duygu yüklü davranışlar sergileyen bizlerin tercihine sunulmaktadır. Demek oluyor ki bu kadar renkli olduğu kadar girift olan bu ifadeler: o kadar anlamı, o kadar derin ve bir o kadar da basit olmalıdır.

Beyazı, siyahı, moru, kırmızıyı, turuncuyu, griyi, eflatunu, sarıyı, maviyi, laciverti, yeşili, iki ton açık yeşili, fıstık yeşilini, askeri yeşili veya kurbağa yeşilini bu kadar farklı anlamlara büründüren her şey tüm bu saydıklarımızın altında gizlidir.

Renklerin iletişime konu olan safhasında üstlendikleri görevleri vardır. Bazı renkler tarz katar, bazıları iştah açar bazıları da fark atar. Ortak özellikleri tüm bu nedenlerin altında yatar.

Canlılığın, dinamizmin, duygusallığın ve mutluluğun rengi aynı zamanda tutkuyu ve azmi de simgeler. Bir gıda markası onu iştah açtığı için kullanırken başka bir marka ondan kışkırtıcı olmasını ister.

Doğanın ve baharın rengi, insanları rahatlatıp güven verirken yaratıcılığı da körükler. Büyük lokantalar mutfaklarında bu rengi kullanarak şeflerindeki yaratıcılığı onunla tetikler.

Duygusallığın ve hüznün rengi, başkaları için gücü ve tutkuyu da temsil eder. Farklı kültürlere göre bazen sevinç bazen de kederi simgeler.
Uçsuz bucaksız duyguların rengi, gökyüzünün ve geniş ufukların sınırsızlığını ifade eder. Bazıları için kötü enerjileri emen, sakinliği ve kalp ritmini düzenleyen de o renktir. 

Kozmik bilimlerin ve sonsuzluğun rengi iletişimde otoriteyi ve verimliliği simgeler. Bu yüzden dünya üzerindeki firma logolarının yarıdan fazlasının tercihi bu yöndedir.

İhtişam ve lüksün rengi, tarih boyunca üst sınıfların ve saray mensuplarının tercihleri arasında yer almıştır.

Uyumun, neşenin, şirinliğin ve sevginin rengi yetişkinleri rahat hissettirdiği gibi çocuklar üzerinde de etki gösterir.
Zekânın, inceliğin ve pratikliğin rengi, hız ve dikkatin birlikte çalışmasını tetikler.
Gerçekçiliğin, planlı ve sistemli olmanın rengi, insanları hızlandırır ve rahatlatır.

Neşenin ve bilgeliğin rengi, sosyalleşme duygularını faaliyete geçirir. Depresyon ve duygusal dengesizlik hallerinde başvuru kaynakları arasında yerini alır.

Her rengin sahip olduğu özellikler, enerjiler, güçler, ifadeler, etkiler ve mesajlar birbirinden farklıdır. Hangisini nerede ve neden seçtiğimizi iyi bilirsek renkli bir hayatımızın, renkli hayatlara sahip markalarımız olmaması içten bile değil.

Doğru renklerle ve mesajlarla duyguları doğru yöneten markalar yaratın, yaşatın. Marka potansiyelinizi açığa çıkarın!


İyi, etkili, rekabetçi ve bu zamana uygun stratejisi olan markaların kazandığı bir dünyada yaşıyoruz. Bu durum yalnızca markalar için değil, ülkeler, metropoller, kurumlar, STK’lar ve biz insanlar için de geçerli.

İnsanlık tarihinin en eski kavramlarından biri olarak tanımlanan strateji; bir amaca ulaşmak için uygulanacak eylemler bütünü olarak tanımlanır. Bu yönüyle bir nevi sanat olarak da görünen strateji; adeta bir rehber gibi hayatımızı, faaliyetlerimizi ve davranışlarımızı şekillendirmektedir.

Strateji bir kılavuzdur.

Şirketlerin, markaların, ajansların ve iş ekosistemindeki yöneticilerin yol gösterici bir haritasıdır. Yaratıcı zihinlerin pusulasıdır. En iyi sonuçlara en doğru yoldan götüren bir yol arkadaşıdır.

Strateji bize duyguların düşüncelerin ne olduğunu söyler. Ürünlerin, tüketicilerin ve rakiplerin kim olduğunu ifade eder. Teknik bilgilerle dolu olduğu kadar, yaratıcı içgörülerle besler.

Strateji, insan davranışlarıyla ilgilenen, var olandan yeni anlamlar çıkaran bir şekil değiştiricidir. İnsanlarla insanlar arasında, insanlarla markalar arasında, insanlarla nesneler arasında ve hatta nesnelerle nesneler arasında kurulan bağları güçlendiren bir tutkaldır. Doğru kullanıldığında trendler yaratır. Yeni olanları en yenilerle günceller, bağları beğenilere dönüştürür. Veriler toplar, şikâyetleri yönetir, bir sonraki adımları kurgular, memnuniyeti sürdürür.

Marka ile değişen pazar şartları arasındaki uyumu bir sistem dâhilinde takip etmek için stratejiyi planlamak şarttır. Tüm değişikliklere adapte olmak, yeni ve etkili yollar belirlemek, uygulama adımlarını tanımlayan haritalar çizmek için de plan yapmak gerekir. İyi bir strateji ancak sistemli ve planlı uygulamalarla anlam kazanır.

Planlama yapanların bir vadede büyük iş ve operasyon fırsatları yakalayacağı kesindir. Mevcut iş temposu, güncel iş konuları, makro ve mikro ekonomik göstergeler ve memleket halleri gibi nedenler planlama gerekliliğini zaman zaman zayıflatmamalıdır. Fakat bunu da planlamak son derece önemlidir.

İyi stratejilerle yapılmış iyi planlar amaç için belirlenen araçlara ve adımlara yön verir. Aşılacak engelleri de tanımlayan stratejiler, perspektifleri değiştirir ve geliştirir. Operayon araçlarını rasyonelize eder. Gelişen ve değişen yenidünya düzeni içerisinde alternatif kanallar önerir.

İster bir sayfada ister bir paragrafta, ister bir aylık ister bir çeyreklik planlar belirlenmiş hedeflere ulaşmanın en büyük yardımcısı stratejidir. Ulaşılmak istenen hedef, verilmek istenen mesaj, dokunulmak istenen tüketici, elde edilmek istenen başarı ve sonuca götüren denetim mekanizmalarının kilit noktası stratejidir.

Stratejiye geçmişte verilen önem, bazı yanlış uygulamalardan kaynaklı bir değer yitirme dönemi yaşamış olsa da; bu günlerde hak ettiği değeri yeniden görüyor.

Doğru işi yapmak kadar işin doğru stratejilerle doğru yapılması da gerekir. Kısıtlı zamanlar ve bütçelerle faaliyet gösteren markaların, yönetim süreçlerini daha verimli bir hale getirmek için strateji destekleri veriyoruz. Hedef grupların beklentilerine uygun davranmak, şirketin ve markanın sesini doğru yerde, doğru zamanda ve doğru şekilde açmak gibi asli görevlerimizi geliştirdiğimiz özgün strateji kılavuzlarıyla yerine getiriyoruz.

Yaratıcı strateji yönetimiyle güçlü ve değerli markaların inşasında atılacak tüm adımları belirleyen stratejilerimizi bu önemle yazıyoruz. Markaların başarılı yolculuklarında navigasyon görevimizi doğru tasarlanmış ve planlanmış stratejilerle yerine getiriyoruz.

Amacına en iyi şekilde hizmet eden iyi bir strateji tasarlamak için markaların pozisyonlarına özel modeller ve modüller geliştiriyoruz. İşi, markayı, pazarı, zorlukları, fırsatları, trendleri, müşterileri ve rekabeti modellediğimiz strateji çözümleme modülleriyle hem markaların potansiyellerini açığa çıkarıyor hem de gücüne güç katıyoruz.

Marka yaratım ve yönetim sürecinde markanıza hak ettiği stratejiyi tasarlayan, sektörü ve pazarı yakından tanıdığınız -kısa vadeli de olsa- bir planlama yapmanızı öneririm.

Unutmayın!

Markanız ne kadar başarılıysa strateji o kadar güçlüdür. Reklamlarınız ne kadar yaratıcıysa strateji o kadar doğrudur. Yaratıcı sanatlarınız stratejilerinizle ne kadar iç içeyse hedef kitlenize o kadar yakındır.

Planlı, güçlü ve sürdürülebilir başarılarla dolu bir marka yolculuğu dilerim.